Aydın, ümmet kavramıyla İslam dünyası kavramının farklı olduğunu, birbirleriyle örtüşmediğini söyledi. “Birisi daha modern, belki sömürgecilik ve emperyalizm çağına ait bir kullanım, diğeri ise İslam’ın temel kaynaklarında yer alan daha köklü bir kavram. Tarih boyunca Müslümanlar, kendi anladıkları İslam yorumlarına dayanarak iyi bir Müslüman olarak yaşamak istemişlerdir. Müslüman toplumların İslam hakkındaki yorumlarının nasıl olacağı ile siyasi düzen arasında doğrudan bir ilişki yok. Ankara Savaşı’nı dikkate alalım; iki tarafta Müslüman. Ama iki tarafın hükümdarının ümmet olma dışında hakan, şah, padişah olma gibi vizyonları var. Bugün de ulus-devletler mevcut, herkesin kendi kimlikleri var. Siyaset çok farklı bir alan. 19. yüzyılın sonlarında dünya düzeni içerisinde Avrupa imparatorluklarının, Müslümanları dinleri üzerinden ötekileştirmesiyle karşılaşırız. Dinin ötekileştirilmesini yani İslamofobi ile ötekileştirmeyi çok ciddiye almayız. Sömürge yönetimi altındaki Müslümanlar da dinleri üzerinden ötekileştirilmişlerdir. Avrupalılar, Müslümanlar tek millettir der. Bazen Müslümanlar tek millettir demeleri ve onları küçük düşürmeleri, Müslümanları kendi aralarında birlik fikri kurmalarından önce gastro-birlik fikrinin doğmasına sebep olurlar. Osmanlı’nın birlik ilişkisi çok daha komplike aslında. Avrupalılar Osmanlı’yı önce Türk sonra İslam âleminin lideri olarak görürler. Fakat Osmanlı’nın dünyadaki çoğu Müslümanlarla arasında bir ilişki yok. Müslümanların Osmanlı’ya liderlik atfetmesi başlangıçta anti-emperyalist bir kaygıyla ortaya çıkar ve bu da ötekileştirmeyle alakalı.”
Cemil Aydın, İslam dünyasıyla ilişkili olan hilafet kavramına değindi. “Hilafetle ilgili teorilerde rahatsız edici husus onun tarihsizleştirilmesi. Osmanlı hilafetinin güçlü olduğu zamanlar, pek çok yönden seküler kabul edildiği Tanzimat dönemidir. Hint Müslümanlarının halifeyle gurur duydukları nokta; Osmanlı halifesinin diğer imparatorluklardan farklı olarak hukuki eşitliğe önem vermesidir. Osmanlı’nın çok dinli toplumsal yapıya sahip olduğunu unutmamak lazım. Hilafet, normalde bir egemenlik unvanı değil. Hilafet kaldırıldıktan sonra 1960’lara gelene kadar güçlü bir hilafetçilik görülmez. İslam âlemi dayanışmasında ırkçılığa karşı mücadele var ve hilafet burada devreye girer. Müslümanların adil olmayan, eşitsiz dünyayı yeniden şekillendirme içerisinde proje ve talepleri söz konusu. Müslümanlara karşı gösterilen en büyük haksızlıklardan bir tanesi tepkisel oldukları yönündeki vurgudur.”
Aydın, hilafet gibi İslam dünyası ile ilişkili olan İslam medeniyeti fikrinden bahsetti. “İslam medeniyeti fikri ile İslam âlemi fikri arasında geçişkenlik vardır ve birbirlerini desteklerler. İslam medeniyeti fikrinin ilk kullanımları arasında Avrupa’daki sömürge ideolojisini mağlup etmek var. Sömürge ideolojisinin iddialarından bir tanesi Avrupa medeniyetinin üstün olduğu, İslam medeniyetinin geri kaldığı üzerinedir. Eşit hak arama ve İslam medeniyeti fikri arasında bağlantı vardır. Geriye dönüp baktığımızda tuzağa düştüğümüz nokta şu: İslam medeniyeti fikri denildiği zaman Hindistan Müslümanlarıyla Hinduları yavaş yavaş ayırıyoruz. Bu istenilen bir şey değil. İngiliz oryantalizmi bunun üzerine şöyle bir tez ortaya çıkarır: Hindistan aslında Hindu medeniyeti idi, Müslümanlar işgalci olarak geldiler. İngilizler Hinduları Müslüman işgalinden kurtardılar. Bu haksız tez ama siyasi olarak güçlü bir tez. Hindistan’daki Müslüman düşmanlığı buna dayanıyor; Hindular biz buralıyız ama Müslümanlar nereden geldi diye soruyorlar.”
Kaynak: Stanbul Times Haber Ajansı (İTHA)