Aydın Usta, Türklerin İslam’la tanışma maceralarından bahsetti. “Abbasiler, askerlik alanında kabiliyetli olmalarından dolayı Türklere değer verirlerdi. Bu durum Halife el-Mansur’dan itibaren başlıyor. Halife el-Memûn ve el-Mutaassım döneminde Türkler için özel olarak Samara şehri inşa ediliyor. Yaklaşık olarak 60 yıl boyunca devlet buradan idare ediliyor. Bu süreç, Emeviler döneminden itibaren başlıyor ama Abbasiler’in yaptığı en iyi şey bu toplumu bütünleştirmek oluyor. Abbasiler döneminden ve Talas Savaşı’ndan sonra Türkler İslamiyet’i kabul ediyorlar ama bunun öncesinde hazırlayıcı çok etken var. Türklerle Arapların arasında bir mesafe varsa bu Talas Savaşı’nda aynı cephede hareket etmeleri ile ortadan kalktı ve bu bir kırılma noktası olmuştur. Türkler artık İslam’ı tanıma devresine girdiler ve savaştan yaklaşık 180 yıl sonra Müslüman olmaya başladılar.”
Türklerin İslamiyet’i nasıl öğrendikleri üzerine Aydın Usta şunları zikretti. “Talas Savaşı, Türkistan’da Çin nüfusunun ve kültürünün mü yoksa İslam medeniyetinin mi hâkim olacağını gösterdi. Türkler bir tercihte bulunuyorlar; bu savaşla birlikte Müslümanlarla farklı ortaklıkların yaşanabileceğini görüyorlar. Burada din değiştirmenin motivasyonunu tespit etmek önemli. İnsanlar kolayca din değiştirmezler ama 750 yılı Türkler için milat olmuştur. Sâmânîlerle birlikte 10. yüzyılda Türklerin Müslümanlaşmasında tam bir zirvenin yaşandığını görüyoruz ve Müslümanlaşmaları 18. yüzyıla kadar devam ediyor. Burada Talas Savaşı’nın ortaya çıkardığı düşmanlık değil farklı bir ortam. İslamiyet’in kabulünde; günümüzde insanlar neden din değiştiriyorsa, neler üzerinden başka bir dini kabul ediyorsa bu hususlar geçmişte de önemli etken.”
Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinde Sâmânîler’in önemli bir etken olduğunu söyleyen Usta, bunun hakkında şunları kaydetti. “Kültürel anlamda da Sâmânîler önemlidir. Türkler İranlılardan değil de kendileri gibi Türk olan Sâmânîlerden İslam’ı öğrenirler. Kültürel bazı kodlarda ortak paydada olmaları nedeniyle onlar aracılığıyla İslam’a geçişte sıkıntı yaşamıyorlar. Sâmânîlerin, Türklerin İslamiyet’e geçişinde Türkçülüğü ve Hanefiliği aktarabilmeleri önemli. Türkler kendi benliklerinde bir şey bulamasalardı İslamiyet’i kabul etmeleri zor olurdu. Maturidiliğin söylemlerinin Türkleri etkilediği belirtilir. O döneme bakıldığında iki tür akım söz konusu. Biri Mutezile, özellikle Abbasiler döneminin başlarında devam eden tercüme faaliyetleri var. Ayrıca akılcılık akımı ortaya çıkıyor ve İslam’da her şeyin akılla açıklanabilmesi söz konusu şeklinde bir düşünce peyda oluyor. Diğer tarafta daha çok nass ağırlıklı olarak Eşarilik var. Türkler Sünni’dirler ama bir Şii gibi Hz. Ali’yi sahiplenirler. Bu İslam’ı bir bütün halinde sevmeleri ve kabul etmelerinden kaynaklanır. Bu itidaldir ve bunun Türklerde var olduğunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. İtidal sayesinde hem idari hem bilimsel hem de diğer dini ilimler konusunda Türklerden Farabi, İbn Sina gibi âlimlerin ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz.”
Aydın Usta, bir âlimin gündelik hayatının nasıl geçtiğinden bahsetti. “Eğitim faaliyetlerinin Nizamiye medreseleri üzerinden ilerlediğini biliriz. Şehre değer kattıkları için âlimlere hürmet gösterilirdi. Bir şehrin âlimi olmadığında ilim almak isteyenler seyahat yöntemiyle öğrenim yaparlardı. Medreseler olmadan evvel ya da bir bölgede medrese yoksa camide namaza müteakip âlimlerin ders halkaları olurdu. Burada âlimden ilim alanlar edindikleri bilgileri aynı şekilde başkalarına aktarırlardı. Bu durumun avantajı vardır; bugün bilemediğimiz birçok kitabın kendisi yoksa bile en azından adı günümüze ulaşır. Telif edilen eserler belli kesime hitap ediyor çünkü halkın okuma yazması yok. Nizamiye medreseleriyle birlikte eğitimin daha sistematik olduğunu görürüz. Öncesinde ise insanlar daha çok kendi gayretleriyle ilim edinip, ilim verirlerdi.”