Beşir Ayvazoğlu: “Bildiğini iyi bilenler meseleyi dolandırmadan, sıkmadan sararlar ve anlatırlar. Erol Güngör hem entelektüel hem de akademisyen olarak Türk fikir hayatında önemli bir yere sahipti.” diyerek paneli başlattı.
Prof. Dr. Tahsin Görgün, “Erol Güngör’ün Perspektifinden Bilim ve Üniversite Meselesi” başlıklı tebliğiyle mütefekkir hakkında şu sözleri kaydetti. “Güngör’ün bu konu hakkında doğrudan bir yazısı yok ama ilim nedir ve ilim felsefesi hakkındaki düşüncelerini eserlerinde görmek mümkün. Türk Kültürü ve Milliyetçilik eserinde: “Bilindiği gibi kültür bir cemiyetin kendi problemlerini çözmenin bir tarzı olarak benimsenmiş olup, kullandığı her türlü davranış sistemleri ve maddi vasıtaların bir terkibidir.” der. Bu ifadesiyle kültürü bir milletin kendi meselelerini çözmek için geliştirdiği makul yol olarak görüyor. Bilim de problem çözme faaliyeti olarak belirginleşiyor. Güngör’ün bu gibi ifadeleri dikkate alındığı zaman Türk kültürünün ilim olarak kabul edilmesi gerekiyor. Manevi ve sosyal ilimler söz konusu olduğunda önce kendi toplumunuza, sonra toplumun zaman içerisinde kendi sorunlarını halletmek için geliştirdiği makul yollar neler bunlara bakacaksınız. Güngör zaviyesinden ilim ve üniversite problemine değinirsek; Türkiye’de aydınlar bu toplumun meseleleriyle iştigal etmek yerine bu toplumun bizzat kendisini, kültürünü, tarih içerisinde geliştirdiği problem çözme mekanizmalarını problem olarak görüyor. Diğer taraftan da bir süre toplum, kendi hafızasını mukayese etmek ile alakalı gayreti irtica olarak niteledi. İlim bir problem çözme faaliyetiyse, toplumun kendi inançları, tarihi birikimi, dili ve diğer toplumlarla ilişkileri içerisinde ortaya çıkmış olan değerli şeylerin korunması problemdir ve bununla baş edebilmek için kendi toplumumuzu araştırmak hem ilimin hem de üniversitenin temel problemi olmalıdır.”
Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, “İstanbul-Bosna Hattında “İslam’ın Uyanışı” Tartışması. Erol Güngör ve Aliya İzzetbegoviç Üzerine Mukayeseli Bir Değerlendirme” sunumuyla bu iki düşünürü karşılatırdı. “Dünya ile imparatorluklardan bağımsız yönetim şeklini anlıyoruz. Mesela Batı dediğimizde bağımsız devletler söz konusu ama bunların arasında kuvvetli bağlar, paktlar var. Biz tarihimize baktığımızda devletimizin sınırları ötesine uzanan topraklarla bağlarımız vardı ve bu bağlar arasındaki ilişki zamanla koptu. Aynı dünyanın parçaları farklı dünyaların parçası oldular. Bosna başka bir dünyanın biz de bir başka dünyanın parçası olarak ayrıldık. Aliya dünyamızın çeperinde, Güngör de dünyamızın merkezinde doğan bir isim. Bu iki isimden ilkinin İslam Deklarasyonu (1971) ve diğerinin İslam’ın Bugünkü Meseleleri’ni (1981) üst üste koyduğumda bir taraftan benzerlikler diğer taraftan da farklılıklar görüyorum. Her ikisi de uyanıştan bahsediyor. Batılılaşma ikisi açısından da itiraz edilen bir mesele. Din anlayışları arasında benzerlikler var ve İslam’ın, hayatın hem maddi hem de manevi taraflarını kucakladığını ikisi de vurguluyor. Sömürgeci aydın tipine itiraz ediyorlar ve eğitim meselesini öne çıkarıyorlar. Bizim medeniyet değerlerimiz üzerinde yükselen bir eğitim sistemine ihtiyacımız olduğuna dikkat çekiyorlar. Her ikisi de radikal muhafazakârlığı eleştiriyor. Ayrıştıkları temel nokta şu: Aliya bir azınlık aydını olduğu için çoğunluğa bakışı ve milliyetçilik dâhil birçok kavrama atfettiği anlamlar aslında kendi özel durumuyla ve dünyasıyla bağlantılı. Erol Güngör’de ise İslamcılık tenkidi görüyoruz. İslam birliğinin aslında bir dünya tasarımı olduğunu söylüyor. Bu merkezde güçlü bir devletin ve milletin olması gerektiği anlamına gelir.”
Doç. Dr. Adem Bölükbaşı, “Türkiye'deki Laiklik Pratiğinin Eleştirisi” başlıklı tebliğiyle Güngör’ün bu konu hakkındaki düşünceleri değerlendirdi. “Türkiye’de, Osmanlı modernleşmesinin bir sonucu olarak Fransız tipi laikliğin ön planda olduğu ancak tarihsel geleneğin de etkisiyle daha çok devletin kontrolünde bir din modelinin mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Fransız tipi laiklik; özgürlükçü olmaktan ziyade kültür, iktidar çatışmasına dayanan köklere sahiptir. Literatürde devr-i sadıkla yeni düzen arasında ciddi bir tartışma var. Dolayısıyla laiklik hala hassas bir mevzu ve önemli bir ayrışma yaratıyor. Güngör’ün laiklik pratiği üzerine eleştirisinin temelde metot eleştirisi olduğunu söyleyebiliriz. Pozitivizm eleştirisini tüm eserlerinde görüyoruz. Döneminde Marksizm’in hem metot olarak hem de bir yaklaşım olarak benimseniyor. Onda, din terakkiye mani bir unsur olarak görülürken Marksistler tarafından halkın yanlış bilinçlendirildiği yaklaşımıyla karşılaşılıyor. Güngör’ün laiklikle ilgili eleştirilerindeki merkezi konular ise: Din devlet ilişkisi, din eğitimi alanındaki politika, sosyolojik görüş eksikliği, din özgürlüğü ve kamu arasındaki dengesizliktir.”
Dr. Muhammed Fatih Karakaya, “Erol Güngör ve Makine Medeniyeti Tartışması” sunumuyla bugünden bakarak Güngör’ün makine medeniyeti fikri üzerine bir okuma yaptı. “Güngör’ün Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak başlıklı bir çalışması var. Bu eserinde makineyle birlikte gelen yeni değer sistemi ve yeni hayat tarzı eski değerleri sarsıyor der. İnsani değerlerin ve hürriyetlerin sarsıldığı bu durumu makine medeniyeti olarak adlandırır. İnsanın makine yapması yeni bir durum değil ama bugünkü yeni durum; üretim sürekli yani bitmeyen bir faaliyet halindedir. Güngör, teknolojinin gelişerek dünya görüşümüzde birtakım değişikliklere yol açmakla beraber inanç ve görüşlerimiz üzerinde etkili olduğu düşüncesindedir. Teknolojik değişme ve ilerleme, karşısında herhangi bir engel tanımamaktadır ve devamlılık teknolojinin en önemli özelliğidir. Bir yerde durağan gibi görünse bile dünyanın başka bir yerinde devam etmektedir. Teknoloji doğrudan doğruya ya da dolaylı tesirleri yüzünden çok defa kültür değerleri ile karşı karşıya gelmiştir. Hiçbir cemiyet teknik değişmeyi başıboş bırakmamıştır. Bugün yapılacak iş teknik medeniyet için Türkiye’de sağlam bir kültür kurmanın yollarını araştırmaktır.”