Kitabesinde belirtildiği üzere bânisi İbrahim Çavuştur ve inşa tarihi 1591-92 yıllarıdır. Takkeci İbrahim Ağa'nın bu camiyi yaptırma hikâyesi de oldukça ilgi çekicidir: İbrahim Ağa engin bir tevazu ve tevekkül içinde takke yaparak geçinen kanaatli bir adamdı. En büyük arzusu ise bir camii yaptırmaktı. Onun bu isteğini bilen arkadaşları bazen ona takılır:
- İbrahim Efendi, daha ekmeğini zor kazanıyorsun camiyi neyle yaptıracaksın derlermiş. Fakat Takkeci İbrahim Efendi hiçbir zaman ümidini yitirmez, devamlı dua edermiş:
- Umulur ki derya tutuşa, dermiş. İçinde beslediği cami yaptırma arzusunu hiçbir zaman kaybetmemiş.
Bir gece rüyasında:
- Bağdat'a git, Köprünün karşısında hurma ağacının altındaki asmada senin üç üzüm tanesi kısmetin vardır, onu al ye! Diyen bir zat görür. Üç üzüm tanesi için aylarca sürecek meşakkatli ve tehlikeli bir yolculuk gözü alınabilir miydi? Bunun için İbrahim Ağa önceleri rüyasına pek ehemmiyet vermez. Fakat ertesi gece ve daha birçok geceler rüyası tekrarlanır.
- Bağdad'a git, üç üzüm tanesi kısmetini al!
Bunun üzerine İbrahim Ağa hazırlanır ve aylardan sonra Bağdat'a varır. Medinet'üs-selam Köprüsü'nün karşısındaki bir aşçı dükkanın peykesine oturur. Gözüne hurma ağacına sarılmış bir asma ilişir. Kalkar olgun bir salkımdan üç tane kopararak ağzına atar. Bu sırada yanına gelen bir ihtiyar:
- Arkadaş, der! Ne düşünüyorsun, Bağdad'a niçin geldin?...
İbrahim Ağa rüyasını anlatır. İhtiyar gevrek bir kahkaha ile:
- Ne saf adammışsın be birader der. Ben üç seneden beri rüya görürüm ve bana İstanbul'da Topkapı dışında Topçularda bir Takkecinin kömürlüğünün altında üç küp altın var. Git, aç, al derler de yine ehemmiyet vermem. Sen üç üzüm tanesi için Bağdat'a gelmişsin, doğrusu pek saf adammışsın, der.
İbrahim Ağa'nın gözünde sevinç şimşekleri çakar. Tarif edilen yer kendi kömürlüğünün ta kendisidir. Hemen ertesi gün yola çıkar ve İstanbul'a gelir. Kömürlüğü kazar, silme dolu üç küp altını bulur ve camiyi yaptırır.
Bu abide Bizansla beraber beşeriyete yeni bir çağ açan Türklerin sembolik bir hatırasıdır.
16.yy. mimari eseri olan bu yer; Cami, mektep, kuyu ve sebilden meydana gelmiştir. Taş levha ve iri dikmelerle inşa edilmiş bir duvarla çevrelenmiş, üç kapılı geniş bir avlu içindedir. Kubbesi ahşaptır. Eteklerini altın yaldızlı salkımlar süslemektedir. 16.yy.'ın en güzel İznik işi örnekleriyle pencerelerin kemer tepelerine kadar bütün duvarlar çiniyle kaplanmıştır. Ayrıca ahşap üstü kalem işleri caminin girişini süslemektedir. Cami birkaç kez hırsızların tecavüzüne uğramış, panolardan yüzlerce kıymetli parça çalınmıştır. Bazı panolar da sökülerek alınmış ve yerlerine baskı tekniğiyle yapılmış yenileri konulmuştur. Bunlardan bazılarının Lizbon'daki Salazar Müzesi'ne hediye edildiği bilinmektedir.
Bir kısım araştırmacılar bu caminin Mimar Sinan'ın eseri olduğunu söylese de kapının üstündeki on iki mısralık kitabeden öğrendiğimize göre cami Mimar Sinan öldükten tam dört sene sonra yapılmıştır. Cami içindeki kitabelere ise göre kızı Ayşe anası Emine Hatun ile oğulları Mustafa ve Halil Çavuş İbrahim Ağa'nın hayratını kuvvetlendirmek için ilave vakıflar yaptırmışlardır. Haziresindeki 1759 tarihli Takyeci(Takkeci) İbrahim Camii, Şeyhi Ali Efendi'nin kabir taşından ve Hadika'daki ifadeden anlaşıldığına göre bir dönem Halvetî Tekkesi olarak da kullanılmıştır. 1830'da esaslı bir onarım görmüştür. 1985'te Vakıflar İdaresi'nin yaptığı çalışmalarda da mahfil tavan ve dikme ve kemerlerinde orijinal altın yaldızlı nakışlar bulunmuştur. Son olarak 2010 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları devam etmektedir.
Kaynaklar: Evim Mecmuası, 4 Temmuz 1955 ,İbrahim Hakkı Konyalı
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 194-195
Halil Ethem, Camilerimiz, 79-80