Ömer Türker seminere insanın temel özelliklerini zikrederek başladı. “Kimi bireyler hayatın ve varlığın anlamına dair çok az imal-i fikir ederken bazı bireyler, insana, Tanrı’ya ve varlığa dair kapsamlı öğretiler geliştirebilir. Bu durum bizi iki önemli soruyla karşı karşıya getirir. Birincisi, insanı insan yapan şeyin tam olarak ne olduğudur. İkincisi ise ilk soruyla ilişkili olarak, insan fertleri ve toplulukları arasındaki söz konusu farklılıkların nasıl izah edileceğidir. Klasik dönemin önde gelen düşünürleri, insanda düşünme gücü olduğu noktasında görüş birliğine varmışlardır. İnsanı hayvanlardan ayıran şey; kendisine ve çevresindeki şeylere ilişkin farkındalığı ve farkında olduğunun da bilincinde olmasıdır. Bu özellik, insana nesneleri tanıma, adlandırma ve tanımlama imkânı sunar.”
Türker, insandaki düşünme gücünün farklı algılanış tarzlarına değindi. “Düşünme gücü bir bütün olarak bilimler ve sanatlar yelpazesini mümkün kılmaktadır. Bütün topluluklarda bilimler ve sanatlar eşit düzeyde bulunmadığına göre düşünme gücü eşit düzeyde sonuçlar üretmemektedir. Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî tarafından ileri sürülen birinci görüşe göre insan fertleri arasındaki farklılıkların sebebi, görünüşteki birliğe rağmen insanlar arasında mahiyet farkının bulunmasıdır. Fahreddin er-Râzî, erken dönem eserlerinde Ebü’l-Berekât’ın görüşünü aktarır ve insan fertleri arasında mahiyet birliği bulunduğu görüşüne ilişkin kuşkularını dile getirir. Fakat son dönem eserlerinde insanların en azından madenler gibi çeşitli sınıflara ayrıldığı hususunda ikna olmuş görünür.”
Ömer Türker, insanların farklı yapılarda olmasının nedenlerinden bahsetti. “İnsanlardaki farklılıkların izahına yönelik yaygın ve felsefe geleneğini temsil eden görüş, mizaç teorisidir. Bu teoriye göre insan, cinsi itibariyle hayvanlar grubuna dâhil olsa da diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan akli bir nefse sahiptir. Bu nefs, insanın bedeninden bağımsız yahut bedenden bağımsız olmasa bile ondan işlevi itibariyle farklı bir cevherdir. Bu cevherin özelliği, bilmek, düşünmek veya akletmektir. Bir ferdi diğer fertten ayıran şey mizaçtır. Mizaç maddi bir cevher olduğundan, insanın canlılıkla ilişkili kuvve ve özelliklerinin ya kaynağında bulunur ya da zeminini oluşturur. Filozoflara göre hakikat bilgisine ulaşmak ve bu bilgiyi maddi dünyayı da etkileyecek şekilde eyleme aktarmak için bireysel seviyede elverişli bir mizaç, toplumsal seviyede elverişli bir düzen gerekir.”
Felsefe ve kelam geleneklerindeki insan algısı üzerine Türker şunları belirtti. “Felsefe geleneği, insanı; nefs ve beden olmak üzere ikili bir yapıdan ibaret görür. Bu ikili yapının birbiriyle ilişkili olduğunu, insanın bilmeyle ilgili özellikleri ve bunların maddi dünyadaki sonuçlarının, bedensel kuvvelere indirgenemeyeceğini ama bu özelliklerin işlevselleştirilmesinde bedendeki mizaç ve itidalin etkili olduğunu kabul eder. Kelam geleneğinde ilahi müdahale, vahiy, ilham ve hatır kavramlarında bulunabilir. Onlara göre, insanın ilahi teklife muhatap olabilmesi için diri, kudret sahibi, bilen ve irade eden bir varlık olması gerekir. Kelamcılar açısından insanın yapısının nasıl olduğu görece önemsizdir. Zira onlara göre esas itibariyle insanı insan yapan şey, ilahi teklife mazhar olmasıdır. Bunun için ise olgusal farkındalık ve irade sahibi olduğumuzu tespit etmek yeterlidir. Farkındalık; vahye, ilhama veya hatıra muhatap olmayı sağlarken irade; teklife uygun veya aykırı tercihe kaynaklık eder. İslam’da bütün düşünce gelenekleri, insanın canlı olmak noktasında diğer hayvanlarla ortaklığını kabul etmekle birlikte, düşünme ve temyiz gücüyle ayrıştığını düşünür. İslam tarihinde hem felsefi hem de dinî düşünce geleneğinin üstatları, bireyler arasındaki kapatılamaz görünen idrak düzeyi farklılıklarının mizaçtan veya ilahi müdahaleden kaynaklandığını düşünmektedir. Bununla birlikte onlar insan toplulukları arasındaki zaman zaman uçurum düzeyine ulaşan farklılıkların mizaç ve ilahi müdahalenin imkân verdiği idrak düzeyinin, büyük toplumsal hareketliliklere yol açmasıyla ortaya çıktığını kavramışlardır.”
Türker, mahiyeti üzerine son olarak şunları kaydetti. “İnsan nedir sorusuna verilen cevaplar ne denkli geniş yelpazeye yayılırsa yayılsın esas itibarıyla üç durumdan birini temsil eder. Birincisi, tamamen fiziksel süreçlerden ibaret insan tasavvurudur. İkincisi, fiziksel olmadan oluşsa bile fiziksel süreçlere indirgenmeyen ama fiziksel olanın sınırları içinde kalıp klasik anlamıyla metafiziğe geçişi bilimsel olarak mümkün görmeyen bir insan tasavvurudur. Üçüncüsü ise ister düalist bir yapı kabul edelim ister etmeyelim insani varlığın ancak klasik anlamıyla metafizik olanla tamamlanacağını kabul eden insan tasavvurudur. Birinci tasavvur, pozitif bilimleri ve analitik felsefeyi, ikinci yaklaşım çağdaş anlam bilimlerini, üçüncü yaklaşım ise klasik metafiziği, kelamı ve tasavvufu doğurmuştur. Müslüman olarak düşünebilmek, üçüncü yaklaşımın kesinlikle savunulabilir olmasını gerektirir.”
Kaynak: İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)