Türker, İslam geleneğinde ahlâk teorisi veya düşüncesinin, çeşitli açılardan bilgi teorisi, fizik teorileri, toplum teorileri ve metafizik teorilerle olan ilişkisini değerlendirerek seminere başladı. “Ahlâki ilke ve uygulamalarda dilin, çevrenin, geleneklerin en genel haliyle kültürel öğelerin etkisinin ne olduğu, ahlâkın toplum teorileriyle irtibatlı yönüdür. Hem iyilik ve kötülüğün hem de iyilik ve kötülüğe ilişkin bilgilerimizin kaynağının ilahi bir varlığı gerektirip gerektirmediği, ahlâki davranışlarımızı açıklamak için kullanmak durumunda olduğumuz gaye, yetkinleşme, mutluluk ve hoşnutluk gibi kavramların fiziksel dünyanın ötesine geçip geçemeyeceği ise ahlâkın metafizik teorilerle ilişkili yönünü oluşturur. İslam geleneğinde ahlâk düşüncesi, İslam’ın bir din olarak doğuşu ve zamanla büyük kültür ve düşünce geleneklerine dönüşmesi sürecinde oluşmuştur. Ahlâkın dayandığı bilgi, fizik, toplum ve metafizik teorileri, klasik dünyanın öğretileridir. Ahlâk söz konusu olduğunda her ne kadar İslam geleneği klasik dünyadaki iddialarını sürdürmeye devam etse de eski konumundan uzaklaşarak teorik seviyede ahlâki bilinci ve pratik seviyede ahlâki davranışı üretme kapasitesini sınırlı bir şekilde muhafaza edebilecek duruma gerilemiş ve evrensel seviyede norm koyma kapasitesini kaybetmiştir.”
Ömer Türker, İslam ahlâk düşüncesini yeniden ele almak için onun eskimeye, işlevsizleşmeye ve yokluğa maruz bırakıldığı alanlarda aranması gerektiğini belirtti. “Söz konusu alanların başında bilgi teorisi gelir. İslam geleneğinin esas itibarıyla veya aynı zamanda ahlâka ilişkin tartışmalarla yola çıktığı söylenebilir. Başlangıçtaki hilafet sorunu, salt siyasi değil dinî içerikli bir ahlâki sorun olarak da değerlendirilmelidir. Hilafet sorununun ardından gelen mürtekib-i kebire sorunu bunu izleyen kader ve özgürlük sorunu, kelami oldukları kadar ahlâki sorunlardır. Müslüman düşünürler, Tanrı’nın ahlâkiliğini soruşturarak ahlâki anlamda iyi ve kötünün kaynağının ne olduğunu tartışmaya başladılar. Ahlâkın kaynağına ilişkin bu tartışma, daima kelam ve fıkıh usulü kitaplarında varlığını devam ettirmiştir. Bunun sebebi, İslam ahlâk literatürünün felsefi ahlâk teorisiyle bilimsel bir hüviyet kazanması ve ahlâki anlamda iyi ve kötünün kaynağına ilişkin herhangi bir başlık içermeyen felsefi teorilerin süreç içinde dinî düşünce geleneğine ait ahlâk kitaplarına hâkim olmasıdır. İslam geleneğinden hareketle ahlâk düşüncesini yeniden inşa etmenin ilk adımı, Mu’tezilenin, Mâturîdîlerin, Eş’arîlerin ve filozofların metinlerinden hareketle meta-etik tartışmaların yeniden kazanılması ve bu tartışmalara, Kıta Avrupa’sının çağdaş dönemde gelişen meta-etik görüşlerinin de dâhil edilmesidir.”
Türker, İslam ahlâk düşüncesini yeniden ele almak için başvurulacak ikinci alanın, fizik teorileri ve bunlar arasında da bilhassa tıp teorileri olduğunu söyledi. “Müslüman ahlâkçılar, Galen tıbbının verilerine dayanarak huyların, erdemlerin ve erdemsizlerin mizaçla ilişkisini tartışmışlardır. Ahlâk ile mizaç arasındaki ilişki, metafizik ile fizik arasındaki ilişkiye benzer. Fizik bilimlerindeki gelişmelerin metafiziği etkilemesi gibi beden hakkındaki çalışmalar da ahlâkı etkiler. Bu bağlamda tartışılması gereken hayati sorunlardan biri, ahlâkın tıp araştırmalarından bağımsızlaştırılmasının mümkün olup olmadığıdır. Ahlâk düşüncesi mizaçla ne kadar ilişkili olursa olsun gaye, yetkinlik, saadet, ilahi rıza vb. metafizik kavramlara dayanır. Mizaçla ilgili kavramlar dağarcığı, metafizik olan bu hedeflere ulaşma sürecindeki kişisel farklılıkları ve fertlerin erdemleri kazanma sürecinde yoğunlaşması gereken yönlerini ifşa etmeyi amaçlar. Metafizik hedefler, ne mizaca bağlıdır ne de mizacın değişmesi veya bozulmasıyla konumunu terk eder. Yani metafizik hedefler amirdir, normatif davranır ve ahlâki tercihleri yönlendirir. Mizaç ise bireyin yetkinleşme sürecinin yönetilmesinde etkin olsa bile metafizik hedefler karşısında edilgendir ve normatif davranamaz.”
Ahlâkın metafizikle ilişkisine değinen Türker, sözlerine şu şekilde devam etti. “Ahlâkın kökenine ilişkin bir tartışmada, metafizik bilginin imkânı sorunu bütün zorluklarıyla kendini gösterir. Bu sebeple metafiziğe alan açma çabalarından ziyade, insanı insan yapan değerlerden hareketle ahlâkın metafizik yönünü inşa etmek daha tercihe şayandır. Başka bir ifadeyle ahlâkın ontolojisini epistemolojisinin önüne almak daha tercih edilebilirdir. İnsanı diğer canlılardan ayrıştıran yönler ve özellikler üzerinde durarak ahlâki bir varlık olmanın ne anlama geldiğine ilişkin sorgulamalar, gaye, yetkinlik ve rıza gibi metafizik ilkeleri, ahlâk teorisinin ayrılmaz bir parçası olarak korumaya imkân verir.”
İslam geleneğinden hareketle ahlâk üzerine düşünmenin getirdiği ihmalden bahseden ve bunun “bütünlük” problemi olduğunu söyleyen Türker, konuyu şu şekilde açıkladı. “İslam düşüncesi kendi içinde çok farklı ekolleri barındırır. Her ne kadar öne çıkan birtakım ayrıştırıcı yönleri bulunsa da farklı zümre ve ekollerin ahlâk tartışmalarına doğrudan müdahil olduğu görülür. Modern dönemde İslam ahlâk düşüncesine ilişkin çalışmalar; özellikle felsefe, kelam ve tasavvuf ekollerine mensup düşünürlerin görüşlerini sistemli olarak anlatma amacı güder. Fıkıh ve hadis literatüründe hatırı sayılır bir ahlâki birikim olmasına rağmen hala bu alanlarda ciddi ahlâk çalışmaları yapılmamıştır. Bu hususta en talihli alan, felsefi ahlâk metinleridir. Çünkü bu metinler, ahlâkın felsefe eserlerinin tercümesinin ardından İslam’da bir bilim olarak ortaya çıkması nedeniyle daha fazla inceleme ve tahlile konu olmuştur. Fıkıh eserlerinin ahlâk teorisinin soruları açısından incelenmesi şimdiye kadar ortaya çıkan ahlâk felsefesi birikiminde dönüştürücü bir etki yaratabilir. Yine tasavvufi ahlâk hakkında çok az çalışma yapılmıştır. Bunların önemli bir kısmı, alandaki teorik birikimi ortaya çıkaracak vüsat ve derinlikte değildir. Hadis şerhlerindeki ahlâki birikim, ahlâk teorisi tartışmalarına henüz dâhil edilmemiştir. Özellikle erdemler arasındaki parça-bütün veya tümel-tikel ilişkisi, erdemler hiyerarşisi gibi esaslı sorunların tartışılması için hadis şerhleri önemli veriler barındırırlar. Bu bağlamda İslam ahlâk düşüncesinin bütünlüğü ancak dini ve felsefi disiplinler bir bütün olarak dikkate alındığında ortaya konulabilir.”
Kaynak : İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)