Bugünkü yazıma başlarken gazetemizin imtiyaz sahibi, İstanbul Yerel Gazeteciler Derneği Başkan yardımcısı sayın Hüseyin Çetiner Beyfendi'ye Başakşehir Belediye Meclisinde görevini icra ederken yapılan çirkin saldırıyı kınadığımı belirterek başlamak istiyorum.
Her türlü şiddetin hayatımızın normal bir parçası olduğu toplumsal şiddetin normalleştiği ve kabullenildiği bir toplum haline geldik. Kendimizi ifade edişlerimizde bile haklılığımızın vurgusu için sesimizi yükseltmenin daha etkin olduğunu düşünüyoruz. Kısık sesle konuşmayı eziklik, bilgisizlik kabul edebiliyoruz. Kendimizce oluşturduğumuz normlarımız var. Ailemizle biraradayken izlediğimiz haberlerin verdiği şiddet olaylarını, tepkisizce seyredebiliyoruz. Bütün bu yanlışlıklar için birey olarak ne yapabilirim sorgusunu aklımıza getirmeden sürekli hatayı başkasında arıyoruz. Bugün kadına şiddeti eleştirip, şiddete karşıyız diyerek yarın maç çıkışında tuttuğu takım yenildiği için şiddeti hakkımız olarak görebiliyoruz. Tabi sonuç olarak şiddet toplumumuzda yayılıp hayatın normali haline geliyor.
Şiddet olgusunun bir sonuç olduğunu unutmayalım. Şiddetin olduğu bir yaşam, geçmişteki acının, mutsuzluğun, ezikliğin ve çoçukluktan okul yıllarına kadar yaşanılmışlıklardan gelen bir süreci kapsar ve bir yaşam haline dönüşür. Şiddeti doğuran sebepleri bilinçaltımıza yüklediğimizde onun nerede ne zaman ortaya çıkacağına kimse karar veremez. Öfke insanı tutsak aldığında malesef akıl fonksiyonlarına perde iniyor. O an kişi için önemli olan öfkesini tatmin etmektir. Böyle bir noktada kişinin sağlıklı bir davranış sergilemesi güçtür. Öfkeli insanlar topluluğunun neye ne zaman kızacağının ölçüsü yoktur. İçi boş mantıklı bir karşılığı olmayan herşey için kırıp dökebilirler. Şöyle bir çevremize baktığımızda işte, evde, yolda, trafikte öfkelenmeye hazır, kuracağınız iletişimi bile saldırı olarak görüp sorun üreten gergin insanlar var. Şunu bilmek gerekir ki öfkenin sonu çoğu kez şiddetle sonuçlanır. Gözü kararan kişi kendisine emek vermiş ailesine, öğretmenine, doktoruna, vatanına, milli değer ve zenginliklerine, evine ekmek götürmek için işini yapan'a kısaca herkese karşı zarar verebilir.
Bazen önceden planlanmamış ama içindeki saldırganlık, öfke ve hoşgörüsüzlüğe yenilerek apansız parlamalar halini alabiyor şiddet. Bazı durumlarda ise öfke vücuttaki sistemide etkileyerek bilinçsiz şiddet dediğimiz cinnet haline dönüşüp hem kendine hemde çevresindekilere zarar verebilecek duruma gelebiliyor.
Bazen de sözde bir amaç için ! insanı eğitmek, terbiye etmek yada adam etmek için başvurulan şiddet yöntemi var. Anne çoçuğunu, erkek eşini, öğretmen öğrencisini adam etmek için kaba kuvvet uygular. Malesef buna tolum olarak iyi niyetli şiddet diyebiliyoruz bazen. İyi niyetle, şiddeti nasıl bir araya getirip bağdaştırdığımızsa muamma...
Bazende amaçsız ve en tehlikeli şekliyle bir yıldırma, korkutma ve sindirme biçimiyle karşımıza çıkıyor şiddet. Daha çok savaş ve terörizim vuku bulduğu yerlerde bunu daha iyi görebiliriz. Baskı zulüm ve kıyımlarda..
Velhasıl nedenlerini araştırmadığımız bir öfkenin üzerinde yükselen bir şiddet toplumunda yaşıyoruz. Bununla mücadele etmek istiyorsak sorunun kaynağına inip kendisiyle barışık, özgüveni yüksek bireyler yetiştirmeliyiz. Bunun içinde toplumsal, kültürel, ekonomik ve eğitimsel tüm koşulları bu güzelim millet için yeniden elden geçirmeliyiz. Tolumsal bir bilincin uyadırılması için mutlu bir toplumun şartları oluşturulmalı, şiddetin önlenmesi için toplum mühendisleri, bilim adamları alan çalışmaları yapmalı ve bu konuda toplumsal bir mutabakat sağlanmalıdır.
Şunuda belirtmeden geçmeyelim sorunun büyük birkısmını oluşturan sevgi eksikliğinin giderilmesi için aile kavramına daha fazla önem vermeliyiz. Çoçukken mahsumane olan duyguların büyüdükçe öfkeye dönüşmesini, şehirlerin büyümesi, kişilerin meşkuliyeti ve yoğunluğu, büyük aileden küçük aile geçişlerimizle beraber ortaya çıkan ilgi ve sevgi eksikliğininede dayandığını düşünüyorum.
Öfkeden ve şiddetten uzak güzel günler dileğiyle...